İzmit’te Evsiz

Gözümü açıyorum, koşar adımların atıldığı, sert, kaliteli topukların çıkardığı sesleri duyabiliyorum. Sabah 6 olmalı. Zıt yönlere giden topuk sesleri biraz da rahatlatıcı olmalı ki, sırıtıyorum nedensiz. Bu bankaların konforunu yitirdi artık. Nerede o eski saf ahşap banklar? Yerlerini metal aldı, yeterince rahatsız edici. Şakaklarını yaslayamıyorsun, acıtır.

Kepenkler açılır şimdi. Merhabalaşmalar başlar, küsler suratlara bakmamaya gayret eder, zorla, isteksiz. Fırınların ilk hamurları gönderilir derinlere. Bazısı susamlı.

Saat 6 buçuk olmalı.

Sakalımın günler gibi uzadığını fark edebiliyorum. Benimle yaşlanan bir o bir de kadife pantolon; deliği büyük, yaması küçük. Sende görüyor musun; güneş alnımı yakıyor. Bir şapka bulsam uzantılı.

İlerledikçe sola doğru, tatlı mayhoş bir koku burnumu dürtüyor. Simit olmalı, ilk simitler. Verseler ya bana da bir tane. Kokuyu içime çeke çeke yerim. Yürürken sallana sallana, yırtık ayakkabımın önüne bir gölge beliriyor.

“Boyayayım be abi.”

‘’Çekil be çocuk, boyaya verecek param var gibi mi gözüküyorum?’’ desem yeriydi. Kibarlığım üstümde bu sabah:

“Istemem.”

Saat 7 olmalı.

Duyabiliyorum sesini ‘’Tak… tak!’’. Bir bastonum olsa şu adam gibi işlemeli, cilalı, biraz dalga. Yaşadığım şehir İzmit mi? Oysaki kuşlar olmalı, bir şarapçı sefil, nerede çınar diplerinde çalgıcılar? Hani trenler sokak ortasında, neredeler? Yolculuk çok mu uzağa? Yerler mi tertemiz? Kuru yapraklar olmalı kırılmış. Kuşlara susamlar, ya soğukta izmaritler, onlar neredeler?

Saat 8 olmalı.

Yorum bırakın